8.06.2007

Gerçek Bir Küheylan: “Hacı Ata”

Bilmem ki sana nasıl hitap etmeli! Sana bir küheylan mı desem, bir üveyik mi, adanmış bir gönül eri mi desem… Bilemiyorum. Çünkü, bütün güzel vasıfları gerçekten hak ediyorsun. Hatta belki de fazlasını. Zira Hocamız Senin için, “Eğer Asr-ı saadet’te gelseydi, Allah Resûlü (Aleyhisselâm) çihâr-ı yâr-ı güzînin yanında bir beşinci olarak onu da yanına alırlardı” buyuruyor. Bilmem ki seni, bundan daha güzel tarif edecek başka bir cümle olur mu! İşte Sen busun Hacı Abi.
Vefatından sonra görülen rüyalar, senin Allah Resûlü’nün (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanında yüce bir makama ulaştığına dair bize ipuçları veriyor. Zira, bazı rüyalarda Efendiler Efendisi’nin yanında villa satın aldığın, ona komşu olduğun hakikati ortaya çıkıyor ki, “yakışır sana Hacı Abi” diyoruz.

Hacı Kemâl Erimez, yaşanmaz bir hayat bırakan ve unutulması imkansız bir kahramandır. Fedâkârlık denince öncelikle akla o gelir. Gönüllüler hareketinin içinde onun çok saygın bir yeri vardır. Cihan durdukça hep hatırlanacak ve hayırla yâd edilecektir. O, bir davanın gönül erliğini yapmış, bir mum gibi erimiş, binlerce çiçeği yanık bağrında yeşertmiştir. O bir neslin inşasında, altın neslin yetiştirilmesinde ömrünü fedâkârca harcamış bir babayiğittir. O büyük bir fedâkârlık örneği göstererek, hayatını, malını mülkünü bir bir bitirmiş, sadece hizmeti yaşamıştır.
O, bir devirde yapılması gereken neyse, tamamiyle onu yapmıştır. Laf insanı olmamıştır. Hizmet demiş ve hizmet insanı olmanın ufkunu göstermiştir. Şayet şu benim, kendisi hakkında yapmaya çalıştığım karalamaları görseydi, “Bırakın keçeliler benden filan bahsetmeyi, böyle şeylerle boş yere uğraşmayın, hadi bakim hizmetinize bakın” diye herhalde bizi bir güzel fırçalardı, belki de döverdi. Zira o tamamiyle aksiyon ve hizmet insanıydı.

Turgut Özal’a atfen bir cümle var. Rahmetli Özal, bir Van gezisinde, Serhat Kolejine bir Pazar günü âni bir ziyaret yapar ve orada etrafındaki gazeteci ve korumalarına “Hele bunların bir Hacı Kemalleri var. Hele siz bir onu görseniz. Eğer onun gibi beş adam benim yanımda olsaydı, dünyayı parmağımın ucunda çevirirdim alimallah” der. Rahmetli Özal, eski dostunun önemini iyi kavramış bir insandır. Ancak ne var ki Hacı Kemal, bir zamanlar koştuğu siyasi kulvarı, hayatının gayesi adına yeterli görmemiş, ömrünü, bir hizmet insanının ardında bir altın nefsin inşasında harcamıştır ki, onun gibi yüce bir ruhun yapabileceği en doğru iş de budur. Bunun isabetli olduğunu, zaman çok güzel isbat etmiştir. Zaten Hacı Kemâl, bir dönem siyaseti sadece hizmet için düşünmüştür. Onun ne makama, ne paraya ihtiyacı yoktu. Her şey fazlasıyla kendisinde vardı. O, bu fani şeyleri kullanarak bekâyı kazanmak için çırpınıyordu.
Hacı Kemal denince hep çırpınan bir üveyik aklıma gelir. Ya da kan ter içinde koşan bir küheylan. Kıpır kıpır bir hizmet insanını hatırlarım hep. İç dünyasında, yalnız zamanlarında Allahla başbaşa, hep irtibatlı, hep gözyaşı döken bir gönül insanı. Ancak dışarıda, insanlar arasında hep plan proje üreten, hep birşeyler yapan, aksiyoner bir ruh. Bitip tükenme bilmeyen bir azim. Hep ufukları kollayan bir hizmet insanı.
Hacı Kemal Abi, Allah’ın kendisine bir imtihan amacıyla yüklediği şahsi mirasını onun yolunda harcayan bir babayiğittir. Onun hayatını inceleyince, tamamiyle tevafuklar haritasını görebilirsiniz. İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi Şamlıdır. Çünkü jandarma kumandanı olan babası, Şam’da görevdeyken evlenir. Annesi Arap asıllıdır. Hacı Abi ise, Havaza’da doğar. İstanbul kültürüyle yetişir. Kendi tabiriyle bir kolejlidir. Gençlik yıllarına kadar istanbul’da kalacaktır artık. Babasının yakın dostu Hasan Kâmil Erimez’in çocuğu olmamaktadır. Hacı Abi, bunlarla içli-dışlı büyür. Babası ölünce de onların himayesine girer. Yusuf Kemâl’i kendi üzerine kaydettirir bu aile. Soyadını bu aileden alır. Bu aile dostları olan aile İncirliovalı’dır, zengindirler. Böylece varlıklı bir yaşantının ilk dönemi başlar.

Gençlik yıllarında hep bir arayış içindedir Hacı Kemal. Ellili yıllarda, o zamanki ünlü hocaların vaazlarıyla yavaş yavaş mânâ alemine yelken açmaya başlar. Konyalı Tahir Büyükkörükçü hoca bunlardan en önemlisi sayılabilir. 56 yılında evliliğinden sonra daha da hayır işlerine sarılır. Ellili yıllarda Adnan Menderesle teşrîk-i mesai kurar. DP’nin Ege Bölgesi koordinatörü gibidir. Köy köy dolaşır, paralarını siyasi çalışmalara akıtır, açıkçası. Menderes İncirliova’ya gelince mutlaka ona uğrar. O da onun için sığırlar, develer keser.
Ardından Demirelli yıllar gelir. Onunla da yakınlığı çoktur. Onun yanına randevusuz girip çıkabilen birkaç insandan biridir. Yetmişli yıllarda Özalla da yakın bir dostluğu vardır. Ancak bunu siyasi anlamda kullanmamış, hizmetlerine bir köprü maksadıyla ilgilenmiştir. Hatta Özalla ilgili hoş bir hatırası vardır. Özal rahmetli bir Ege Bölgesi seçim çalışmasındadır. Köy köy dolaşırlar. Yanında Hacı Abi de vardır. Bir köyde, Özal başlar fabrika bacasından, ağır sanayiden filan bahsetmeye. Tabii millet de esnemeye başlar. Bunu sezen Hacı Abi, rahmetlinin paçasını çeker, “zeytine gel zeytine sayın Özal” diye onu uyarır. Çünkü oranın sakinleri sadece zeytinden anlamakta ve onunla alakalı vaatler dinlemek istemektedirler.

Tabi hayatındaki esas değişiklik, 65-66’lı yıllarda Hocaefendiyle olur. İzmir’de bir camide abdest almaktadır Hacı Abi. Birden kulağına bir ses gelir. Takunyalarla sesin geldiği camiye doğru koşar. Ve bir daha da bu ızdırap yüklü sesten asla ayrılmaz. Sesin sahibi, o gün bugündür aynı destanı dillendirmektedir. Bu zat, Muhterem F. Gülen Hocaefendi’dir. Artık bulması gerekeni bulmuş; nehir, deryaya kavuşmuştur. Hacı Abi’nin ruhundaki o bitip tükenmez hizmet aşkını doldurabilecek yegane liman burasıdır artık. Sonunda nehir, çağlayana dönüşecektir.
Artık bu çağlayana İncirliova yetmez, Aydın’a taşar, orası da yetmez, İzmir’e uçar, orası da kifâyet etmez, İstanbul’da sonsuzluğa yelken açar. İstanbul’dan da Türkiye’ye. Hacı Abi’nin hizmet aşkı dur durak bilmemektedir. O da yetmez, gün gelir kapılar açılır, Hacı Kemal Abi, Orta Asya’ya, Tacikistan’a demir atar. Oradan ötelere yürüyünceye kadar artık o bir hicret eridir.

İstanbul’daki önemli simaların çoğunu hizmetle tanıştıran odur. Çok emek harcamıştır. Çok dua etmiştir. Çok ceket tutmuş, havlu kaldırmış, ayakkabılar çevirmiş ve insanlarla hizmetin arasındaki engelleri kaldırmaya özen göstermiştir. O himmetini hep âli tutmuş, insanların da bu konuda himmetlerini hep âli tutmalarını onlara öğretmiştir. Gideceği kapılara gitmezden evvel, birkaç hafta teheccütlerde hep dua dua yalvarmıştır. Ve gittiği kapılardan genelde fazlasıyla dolu dönmüştür. Kimse o itibarlı ve dertli adamı kırmak istememiştir. Hepsi de sonraları ona çok hayır dua etmişlerdir. Çünkü Hacı Abi, himmet noktasında hep zirveleri kollamıştır ve başkalarına da bunu öğretmiştir.
İzmir hayatından itibaren hep kirada yaşamıştır Hacı Abi. Kirada yaşamış ve ötelere kiralık bir evde gitmiştir. Onlar böyle bir hayatı bize göstermeselerdi, biz nereden bilecektik sahabe-nümûn bir hayatın bu devirde de yaşanabileceğini. Biz nereden bilecektik, işte dünyaya ancak bu kadar önem verileceğini. Biz nereden bilecektik, hizmetin herşeyin üzerinde bir yere sahip olduğunu. İşte Hacı Abi ve benzerleri böyle bir hayatla, bize ve gelecek nesillere en güzel örneği göstermişlerdir.

Onun hakkında söylenecek ve aktarılacak çok şey var. Bunları bir başka zamana bırakalım. Ancak bir teşekkürüm var. 2007’de Kaynak Yayınları’nda, Muhittin Küçük imzalı, Adanmış Bir Gönül İnsanı Hacı Ata, isimli bir kitap çıktı. Beşyüz küsur sayfalık bu kitap, Hacı Abiyi bize bütün yönleriyle tanıtıyor. Emeği geçenlere çok teşekkür ediyorum, Rabbim hepsinden razı olsun. Bu kitabın arada kaynamaması gerekiyor. Çünkü bir hizmet insanının şahsında bize çok şeyler anlatıyor. Mutlaka okunmalı. Hararetle tavsiye ediyorum. Bir kadirşinaslık eseridir bu kitap. Hacı Abi için duyulan bir boşluğu çok iyi doldurmuştur. Rahat bir şekilde okuyabileceğimiz hoş bir anlatımla hazırlanmış, bizzat şahitlerinin dillerinden aktarılmıştır olaylar. Yazıyı bitirirken, Hacı Abinin bereketli hayatından, işte bu kitaptan birkaç kesit de sunmak istiyorum. Anekdotlar, bilhassa bugünlerde içinde bulunduğumuz mevsimle alâkalıdır. (Anekdotları, biraz sadeleştirerek alıntılıyorum.)

Hacı Abiyle İlgili Birkaç Anekdot

Kızı Sabiha’nın Vefatı: Hacı Abinin, Şifa Hastanesi başhekimi Mahmut Akdoğan’la evli olan kızı, böbrek hastasıdır ve birkaç yıldır da diyalize bağlı yaşamaktadır. 1995’te acı haber Tacikistan’a ulaşır. Apar topar İzmir’e gelir. İzmir İlâhiyat Camii’nin bahçesinde taziyeleri kabul eder Hacı Abi. Cenaze çok kalabalıktır. Cenazeye, kendi memleketi İncirliova’dan sevenleri de gelmiştir. Hacı Abinin de katkılarıyla inşaatını tamamladıkları yurt binasının tefrişatını yapmaya çalıştıkları bir sırada, çok sevdikleri Hacı Abilerinin biricik kızının acı haberini alır ve hemen cenazeye koşarlar İncirliovalı esnaflar. Onlardan biri anlatıyor: “Biz camiye geldiğimizde, cenaze musallaya konmuş. Kalabalık toplanmış. Taziyelerini sunuyorlardı gelenler, Hacı Abiye. Biz de aynısını yaptık ve bir kenara çekildik. Bir ara Hacı Abi benim kolumdan tutup beni bir kenara çekti. Arkadaşlar da yanımızdaydı. Yeni yapılan yurdun bir ihtiyacının olup olmadığını sordu. Kısaca yurdun durumu hakkında bilgi verdim. İnşaallah bitiririz, ancak taban halısı ve çekyat ihtiyacımız var, dedim. Kaç metrekare halı ve kaç çekyat lâzım, dedi. Biz de 600 metrekare halı, 20 çekyat, dedik. Bunların âcil olduğunu söyledik. Hacı abi hemen yanındaki arkadaşına not ettirdi. Kısa bir sürede, ihtiyaçlarımızın hepsi yurda geldi. Hacı Abinin biricik kızı, ciğerparesi musallada, o ise İncirliova’daki yurdun-hizmetin ihtiyaçlarıyla meşgul oluyor. Hacı Abi için, hizmet herşeyin önündeydi.”

On Gündür Yatırmadı: (Muzaffer Ecevit anlatıyor.) 84-85 yıllarıydı. Hocaefendi ve Hacı Abi üç-beş kişiyle Erzurum’a gelmiştir. 15 günlük yoğun bir proğram hazırlanmış Erzurum’da. Gün boyu ziyaretler oluyor, akşamları da sohbetler var. Geceleri de Salih abinin evinde kalıyorlar. Tam on gün geçmişti. 11. günü Hacı Abiyle başbaşa kaldık. Yorgundu. Bana dedi ki: “Muzafferim! On gündür hiç uyumadık. Her gece yataklar seriliyor, ‘Hocaefendi, bugün çok yoruldunuz, biraz istirahat edin bakalım’ diyor, sonra yatağın kenarına oturuyor, ‘Hacı Abi, falan şehirdeki yurdu bir arasan, ranzaları gelmiş mi acaba; filan şehirdeki okulu arasan, kömürleri gelmiş mi acaba; falancayı arasan, yurt inşaatının demirlerini halledebilmiş ler mi acaba… şurayı ara, burayı ara derken haydii sabah namazı giriyor. Serilen yataklar, açılan yorganlar hiç yatılmadan tekrar toparlanıyor. On gündür ne kendisi uyudu ne de bizi uyuttu mübarek!”

Hacı Abi’nin Kızını Evlendirmesi: (Muzaffer Ecevit devam ediyor) Biraz durdu, derin bir nefes aldı ve sonra dedi ki: “Biz, Hocaefendiyle şu il senin, bu il benim hep geziyoruz böyle. Arada bir İzmir’e de uğruyoruz. İzmir’deyken fırsat bulursam evime de uğruyorum. Evde bulunduğum nadir zamanlardan biriydi. Çok yakın bir arkadaşım telefon etti. Müsaitseniz, akşam evinize gelicez, dedi. Aklımdan hizmetle ilgili bir mesele vardır galiba dedim, herhalde hizmet meseleleri konuşacağız dedim ve buyur ettim onları. Geldiler akşam. Çay içiyoruz. Osman Kara, evliliğin faziletinden, sünnet oluşundan felan bahsetmeye başladı. Ardından da Allah’ın izni, Peygamberin kavli… ile kızınızı Dr. Mahmut’a istiyoruz, demesin mi! Ben şoke oldum tabii. Düşündüm kaldım, benim gelinlik kızım mı vardı ki! Beş altı yıl önce, babasını evde bulursa, dizime oturan bir kız çocuğum vardı, ne zaman büyüdü, ne zaman gelinlik çağa geldi, anlayamadım doğrusu! Bir o yana bir bu yana koşturmaktan kızımın nasıl büyüdüğünü anlayamadım. Bir de baktım ki kocaman kız olmuş!” Neticede 77’de sade bir düğünle kızı evlenir. Kızı gelinliklerle evden ayrılırken Hacı Abi gözyaşlarını tutamaz. “Babacığım, hakkını helal et” der ve elini öper kızı. “Benim hakkım yok, esas siz hakkınızı helal edin” der ve yine ağlar Hacı Kemal.

Biz Öksüz Gibi Büyüdük: (Oğlu Celâl anlatıyor): Babamızı hiç görmedik, öksüz büyüdük desem yeridir. Oturup beraber kahvaltı yaptığımız, akşam yemeği yediğimiz çok nadirdir. Zaten kendisi, “otuz yıllık evliyim ama sekiz sene karımla birlikte olmamışımdır” derdi. Çantası elinde, köşe bucak hizmet için dolaşır, koşardı. “Baba biraz bizle de ilgilensen” derdim. İman hizmeti, şahsî farzların üzerinde, derdi ve hep koşardı. Ortada yapılacak bir hizmet varsa, bizim okulumuzla/iş imizle/ticaretim izle asla ilgilenmezdi. 71’de, biz İHL’de iken, bizden çok hizmetteki çocuklarla ilgilenirdi. Bununla beraber, bizi maddi yönden hiç ihmal etmedi. Onu çok göremedik ama bizi muhtaç etmedi kimseye. İşimizi kurdu ve hayata atılmamıza yardımcı oldu. Babamın en büyük özelliği evde çok az bulunmasıydı. Evde boş şeyler konuşmazdı. Babamı biz on bir ayın belki bir ayı ancak görüyorduk. Bundan rahatsız olmuyorduk; çünkü yaptığı ulvî işin farkındaydık.

Himmeti Milletiydi: (Rahmetli Yaşar Tunagür anlatıyor): Hacı Kemal sık sık bize gelirdi. Yine birgün geldi. Burs istiyordu. Peki verelim ama, oğlum Mehmet’e bir sorayım, dedim. Oğlana sordum. Oğlum, “ben ona verdim” dedi. Ne verdin, dedim. 320 burs. Nasıl verdin oğlum! “Şirketteki bütün çek ve senetlerin hepsini teslim ettim baba” dedi. Onun himmeti milletiydi, çok âliydi.
Cennette Ufak Bir Yer mi İstersin? (Ali Katırcıoğlu anlatıyor): Bir keresinde bana geldi, yahu hacı, sende çok arazi varmış, bize yurt yeri lâzım. Vermelisin! dedi. Aldım onu Ümraniye’ye götürdüm. 12,5 dönümlük yerim vardı. Ama Hacı Abi daha büyük bir yer istiyordu. 20/25 dönümlük filan. Ben 12.5 dönümlük yerde ısrar ettim. Sen, dedi, cennette böyle ufak bir yer mi istiyorsun, yoksa büyük bir yer mi? Gerçi o zaman bu 12.5 dönümlük yeri kabul ettirdim zorla. O sırada İzmir’de maddi sıkıntı varmış. Orayı satıp İzmir’e gönderdik parasını. Bize çok yol gösterdi rahmetli. Allah razı olsun ondan.

Üç Cebi Vardı: (Özcan Hasyiğit anlatıyor): Hizmet paraları hususunda çok titizdi. Şahsî şeyleriyle asla karıştırmazdı. Üç cebi vardı. Sağ cebindeki, kendine ait özel parasıydı. Sol cebinde ve ceketinin iç cebinde de hizmet paraları vardı. Sağ cebinin dışındakilerden kendi namına harcadığını asla görmedik. Kendisi adına çok onurluydu. Kimseden asla şahsı adına birşey isteyemezdi. Ama hizmet söz konusu olunca, ciğerlerini sökerdi adamın.
Âbidler Yolu: Hacı abinin uzun zamandır ilgilendiği cömert biri vardır. Hacı Abiyi asla boş çevirmezdi. Ama biraz mesafeliydi hizmetlere karşı. Yaşı kendinden küçük bir arkadaşımıza, gel seninle birisine gidelim, der. Giderler. Bir tatil günüdür. Bakarlar ki denize nâzır bahçeli evinde uzanmış İmam-ı Gazzali’nin Âbidler Yolu isimli eserini okumaktadır ev sahibi zat. Hacı Kemal abi içeri girer ve başlar bağırıp çağırmaya: “Yat hacı yat, milletin çocuğu dinsiz imansız ne idüğü belürsüz yerlerde mahvolsun, perişan olsun, sen burada yalıda yat bakalım! Bakalım hesabını ötede nasıl vereceksin…!” Tabi olup biteni gören Hacı Kemal abinin yanında giden arkadaşı telaştadır. İçinden, bu adam bizi şimdi evinden kovacak, birazdan kapı önüne bırakacak, diye endişelenir. Ancak, ev sahibi gayet mülâyemet ve samimiyetle, “gel hele hacım, hele gel şöyle bir otur, hem siz bizi neye çağırdınız da gelmedik. Ne dediniz de yapmadık. Şöyle hele bir buyur, bakalım. Neden kızıyorsun. Senin hangi emrine muhalefet ettik ki!” filan diye karşılık vermeye başladı. Sonuçta Hacı Abi alacağını almıştır bu zattan. Oradan ayrılırken ben, Hacı Abi sen ne yaptın orada öyle, nasıl bağırıyordun, az daha ev sahibi bizi kovacak diye ödüm patladı vallahi, deyince, Hacı Abi: “Sen hiç merak etme, o bizi asla kovamaz. Çünkü ben, on beş gecedir teheccütlerimde onun için dua ediyorum. Dua etmeden gidersen, senin dediğin gibi olur. Ama Allah davasına hizmet etmesi için, kaç gecedir onun kalbinin yumuşaması için yakarıyorum!” der ve işin sırrının bir parçasını öğretir.
On Yıl Ayakkabısını Çevirdim: (Hayati Kalaycı anlatıyor): Birgün bana, ben birisini kazanmak için on sene ayakkabısını çevirdim, diye anlatmıştı. Sürekli onun gittiği camiye gidiyor. Onun sevip değer verdiği hocayla diyalog kuruyor. Önce kendini ona kabul ettiriyor. Onun gönlünü kazanıyor. Ondan sonra camiden çıkarken ilgilendiği zatın ayakkabısını alıyor, kapının önüne koyuyor ve ondan sonra o kişi ile bir diyalog içine giriyor ve bu samimi gayretleri Hacı Kemal’i, o zatın aile meclisine girebilecek derecede bir yakınlığa kadar götürüyor.

Beni Boş Çevirme: (Uğur Özdaş anlatıyor): Esnaflardan çok rahat himmet alıyordu. İşin hakkını veriyordu, çok çalışıyordu bu konuda. Zahirî sebepler tamamdı yani. Bazen gittiklerine sitem ediyordu ama servet kabul edilecek kadar bir himmet alıyordu sonuçta. Bunun sırrını çözmek için çok uğraştım. Bir defasında gece saat 2/3. Ben yan odadayım. Hacı Abinin odasından bir ağlama sesi geldi, bir ağlama sesi ki, sormayın. Anlam veremedim önce. Sonra dayanamadım gittim kapıyı açtım, baktım Hacı Abi kendinden geçmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Sakalları ıslanmış. “Allahım beni boş çevirme, beni o insanların yanında mahcup etme” diye yakarıyordu. Demek ki sadece zahirî sebepler değildi yaptığı. Tek taraflı düşünmüyordu. İşin manevî hazırlığını da yapıyordu yani. Planlı bir insandı. Gerçi yazıya dökmezdi bunu ama çok zeki olduğu için işi zihninde planlardı. Öyle gelişigüzel yerde ve zamanda istemezdi. Der di ki: “Ben falanca zatı tanıyabilmek için üçbuçuk yılımı verdim. Peşinde dolaştım. Camide paltosunu tuttum. Ayakkabısını çevirdim. Taksisinin kapısını açtım. Neyi sever, kimlerle münasebeti vardır, karakteri ve mizacı nedir, aile yapısı nasıldır, bütün bunları incelerdim.” İşte böylece o, ilgilendiği hususlarda ilmî çalışıyordu, çok düzenliydi yani. Hem zihnî bir mesaî harcıyor, hem de manevî iklimi hazırlıyordu.
Mart 1997: Hastaneye kaldırılmasından birgün öncedir. Tacikistan Şelale Eğitim Kurumları yetkilisi Zeki Pektaş’ın telefonu çalar gece yarısı, acı acı. Uyku uyanık telaş içinde telefonu kaldırır Tacikistan’dan. Telefonda Hacı Abi vardır: Bakandan, başbakan yardımcısından, bize yardımcı olan kimselerden, okul müdürlerinden… birçok kişinin durumundan sorar. Şunları şöyle edin, bunları böyle edin, tekrar geleceğim filan der. “Tam yirmi dakika telefonda talimat verdi, tembihlerde bulundu. Ben de neden bunları soruyor ki, başka daha önemli meselelerimiz var şimdi, diye düşünüyordum. O gece herşeyi söyledi, diyeceklerini dedi. Meğersem sabahleyin bir işittik ki hastaneye kaldırılmış Hacı Abi. Ertesi gün de sabah saat yedide ötelere uçmuş.”
Şehabettin Varol (İncirliova, Çarşı Camii İmamı): Ramazan’ın sonlarına doğru bir gece rüyamda Medine’ye gitmişim. Yeşil Kubbe’ye yakın büyükçe iki ev gördüm. Bakî Mezarlığı tarafında. Büyükçe marullar vardı, kopardım yedim. Evlerin küçüğü İncirliova’da Risale-i nûr talebesi Necati Tamer vardı, onunmuş. Büyüğü de Hacı Abi’ninmiş. İkisini de ziyaret ettim. Kemal Abi’nin bahçesinde büyük asırlık ağaçlar vardı. Hacı Abi, evi kaça aldınız, dedim. Necati Bey, beş milyara, Hacı Abi de onbeş milyara almış. Burada da evimizin olduğuna çok sevindim. Uyandım, evlerin şekilleri hiç zihnimden gitmiyor. İkinci gece yine benzer rüya gördüm. Sahura kalkmışız ailece, rüyamda. Kapının zili çaldı. Baktım Allah Resûlü (Aleyhisselâm) kapıda, içeriye teşrif ediyor, bana selâm veriyor. Aldım selamını. Müşriklerden rahatsız oldum da senin evini emin buldum, onun için geldim, buyurdu. Epey zaman evvel Hocamız ve Hacı Kemâl abi de buraya gelmişlerdi. Aynı onların oturduğu yere Efendimiz Aleyhisselâm oturdular. Allah Resûlüyle yöresel kesik ve kese yoğurdu yedik. Sofrada, Ya Resûlallah, dün de Medine’deydim. Bizim Necati Beyle Kemal Abiler size komşu olmuşlar, yakınınızda ev almışlar dedim. Tasdikledi, evet öyle yaptılar, ev satın aldılar yakınımdan, komşu oldular bana, buyurdu. Bir de baktım ki, Efendimizi (Aleyhisselâm) öperken uyandım. Çünkü öpmeye izin vermişti. Tadı hala dudaklarımdadı r.
Küheylanın Namazı: (Ahmet Börekçi anlatıyor): Genelde namazlarımızı cemaatle kılardık. Şaban adında bir hafızımız vardı. Hacı Abi, çağır hafızı da beraber namaz kılalım, derdi. Namaza dururken öyle içinden ve derinden bir “Allahuekber” deyişi vardı ki ilk defa onda görmüştüm böyle bir huşuyu. Namaza başlayınca da inleyerek ağlardı. Yakınında namaz kılamazdım. Ağlama sesinden duramazdım yani. Hatta korkardım, ne oluyor filan diye. Sonra ta arkaya gider orada kılardım. Cemaatle kılınan her namazda böyleydi o. Onun kulluktaki derinliğini, namaz kılışına bakarak görmek mümkündür. Namaz hususunda o kadar hassastır ki ölesiye yorgun ve hasta olduğu dönemlerde bile oturarak namaz kılmazdı. Birinin alelacele namaz kıldığını görse, hemen ikaz eder ve ona namazını tekrar kılmasını söylerdi. Namaza durduğu anda dünyadan tamamen sıyrılır, farklı bir boyuta geçer ve adeta müşahhas bir namaz ve kulluk âbidesi kesilirdi. Cemaatle namaz hususunda çok hassastı. Vakit girer girmez, her nerede olunursa olunsun hemen kılınmasını isterdi.
Söz Sultanı’nın Sözleriyle Bitirelim:
“Civanmertlik mevzuunda Devr-i risalet-penahi’ de olsaydı, Allah Resulü, o dört büyüğün yanında bir beşinci diye ona da bir yer verirdi… O, bir tane vefat etti gitti. İnşallah bir tohum gibi toprağın bağrına düşmüştür. Bir sümbül, bir başak hatayatını netice verecektir. Bir ölmüştür, inşallah yirmi dirilecektir. Onun koştuğu saha da boş kalmayacaktır. Tacikistanlara, Kızgızistanlara, Kazakistanlara… başkaları gidecek, başkaları gözyaşlarıyla aşklarını, heyecanlarını mûsikileştirecek, şiirleştirecek; BU MİLLETİN HACI KEMÂL’DEN BEKLEDİĞİ ŞEYLERİ ONLAR İFA EDECEKLERDİR. Bir taraftan hep inkisarını yaşıyorum. Diğer taraftan da Rabbime olan ümidim ve itimadım tamdır. O, bir yerde boşluk meydana getirse, orayı doldurma gücü ve kuvveti de onda vardır. O herşeye kadirdir. Bu mevzuda da boşluğu dolduracak olan odur, ümidini taşıyorum. Allah, ona mağfiret ve merhamet buyursun. Onun aşkı, heyecanı ölçüsünde bizelere de aşk ve heyecan vererek bu milletin geleceğine hizmetle bizi serfiraz kılsın.

Bayram Kusursuz
http://www.herkul. org/yazarlar/ index.php? view=article&article_id=4474

1

Adanmış bir gönül insanı: Hacı Atahits = 2071
1 2 3 4 5 160 Oy
> TÜRK OKULLARI
2

Tacikistan Türk okulları 2hits = 3154
1 2 3 4 5 96 Oy
> TÜRK OKULLARI
3

hacı kemal erimez mezarı başında anıldı.hits = 1450
1 2 3 4 5 62 Oy
> TÜRK OKULLARI
4

Sevdası peşinden koşan yiğit Hacı KEMAL ERİMEZhits = 2659
1 2 3 4 5 159 Oy
> TÜRK OKULLARI

Adanmış Bir Gönül İnsanı Hacı Ata
Muhittin KÜÇÜK
Yayın Evi :Kaynak YayınlarıYayın No : 198ISBN : 978-9944-125- 17-8 Barkod : 9789944125178512 sayfa. 13,5x21