Namazda öz ve ruh durumunda olan şey huşu ve kalbin hazır olmasıdır. Huşu, imanın meyvesi ve Allah Teala’nın azametine yakin derecesinde inanmanın meyvesidir. Allah Teala’nın büyüklüğünü, O’nun her şeye muttali’ olduğunu ve kendi kendisinin kusurlarını bilen bir kimse, namazda da, namaz dışında ki hallerinde de huşu duyar.
“Vay o namaz kılanlara ki namazlarından sehv ederler.” (Maun,4) ayeti şu anlamlarda tefsir edilmiştir:
Namazdan sehv etmek, onda huşu duymamaktır.
Fikir dağınıklığı yüzünden kaç rek’at kıldığını şaşırmaktır.
Namazı unutup vaktini kaçırmaktır.
Namazı önemsememektir. Bu sebeple de, onu vaktinde kılmanın sevincini, vaktinden çıkarıp kazaya bırakmanın üzüntüsünü duymamak ve ne birinci halin sevabını, ne de ikinci halin vebalini önemli bulmamaktır.
Namazın hatırını saymayıp onunla telifi yakışık almayan ancak namaz kılmayanlara yakışan kötülükleri ve günahları işlemektir. Çünkü, Allah Teala, “Namaz aşırılıkları ve çirkin şeyleri nehyeder.” Buyurmuştur. Bunları yapmak ise namazı dinlememek ve onu saymamaktır.
Farz namazlardaki eksiklikler sünnet olan namazlarla telafi edilir.
Allah Resulu (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde ilk sorulan amel namazdır. Şayet onun farz kısmında eksiklik görülürse, Allah Teala meleklere : ‘Kulumun sünnet namazları varsa, eksikliğini onlarla tamamlayın.’ diye emreder.” (Sünen sahipleri, Hakim) Bu da Allah Teala’nın bir lütuf ve merhametidir. O, kulunu batırmak için değil, kurtarmak için bahane arar.
Kaynak: İmam Gazali, İhya'u Ulumid'din, İbadetler, Namazın Sırları ve Önemli Meseleleri, s 289-290